Han İlçesi, Eskişehir’in güneyinde, Küçük Türkmen Dağları’nın uzantısında yüksek bir platoda yer alır. Bugün anayolların uzağında kalan ilçe, adını IV. Murat’ın sadrazamlarından Hüsrev Paşa tarafından burada inşa ettirilen, ancak günümüze ulaşamayan han’dan almıştır. Külliyenin 1631 tarihli vakfiyesinde Barcunlu ve Ulukilise olarak anılan yerleşim, İstanbul’dan Konya’ya ve oradan güneye doğru devam eden bir hat üzerinde yer alıyordu. Osmanlı Döneminde Kutsal topraklara ulaşmak isteyen hacıların ve orduların takip ettiği bu güzergah, Bizans Döneminde de ibaren kullanıldığı bilinen eski bir yoldu. Yakın bir zamana kadar Hanköy olarak da anılan yerleşim, geçen yüzyılın başlarından itibaren burayı ziyaret eden seyyahlar ve yabancı bilim adamlarının dikkatini çekmiş, Roma ve Bizans Dönemine ait dağınık durumdaki yazıt ve mezar taşlarının bir kısmı araştırmacılar tarafından yayınlanmıştır.
İlçe merkezinde ilk kez 1992 yılında Eskişehir Arkeoloji Müzesi tarafından kısa süreli bir kurtarma kazısı ve temizlik yapılmıştır. 2004-2009 yılları arasında Arkeoloji Müzesi ve bu satırların bilimsel danışmanlığında gerçekleştirilen kazılar, buradaki antik yerleşimin Roma imparatorluk Döneminde hiç de azımsanmayacak bir büyüklüğe ulaştığını, Bizans Döneminde konumunu özellikle askeri açıdan artırarak önemli bir stratejik merkeze dönüştüğü göstermiştir.
Han merkezinde “Güneybatı Nekropol”, “Büyük Galeri”, halk tarafından “Tekke Kuyu” ve “Samanlık” olarak anılan dört farklı alanda yürütülen çalışmalar; ilçenin batısında, yaklaşık olarak antik yerleşimin sınırını teşkil eden kayalık yamaçların, ilk olarak Roma-Geç Roma Çağlarında nekropol alanı ve Bizans Döneminde ise savunma amaçlı yapılmış yeraltı galerileri ve tahıl ambarları olarak kullanıldığını ortaya koymuştur.
İlçenin güneybatısında kayalık tepenin kuzey ve doğu yamaçlarında yapılan kazılar, bu alanın Roma-Bizans Döneminin mezarlık alanı (nekropol) olduğunu göstermiştir. Bugüne tamamı kayaya oyulmuş tekli ve oda tipinde 150’den fazla mezarın tespit edildiği bu mezarlık Anadolu’nun bu kesiminde arkeolojik kazılarla açığa çıkartılanların nekropollerin en büyüklerinden biri olmuştur. Mezarlarda ele geçen buluntular, nekropol alanının MS 1. yüzyıldan başlayarak MS 6. yüzyıla kadar kullanıldığını göstermiştir.
Han’daki kazıların ortaya koyduğu ilginç bulgulardan biri de, varlığı burada yaşayanlar tarafından uzun yıllardan beri bilinen kayaya oyulmuş yeraltı galerileridir. Yerleşimin farklı yerlerinde tespit edilen kayaya oyulmuş yeraltı koridorları genellikle birbirinden bağımsız ve ancak bir insanın güçlükle ilerleyebileceği genişliktedir. Yer altı galerileri üzerinde ilk bakışta su kuyusu olarak algılanan dairesel hava menfezleri açılmıştır. Galerilerin girişlerini hemen yakınlarında bulunan kayaya oyulmuş tahıl ambarlarının ağızlarından ilk bakışta ayırt edebilmek güçtür. Bu güne kadar açığa çıkartılan zahire ambarlarının toplam hacmi yaklaşık 350 m³ civarındadır. Arazideki izler ve ilçe halkının aktarımları, kazı yapılmamış alanlarda ve günümüz konutları altında geniş bir alana dağılmış daha pek çok yer altı galerisinin ve zahire çukurunun bulunduğunu işaret etmektedir. Çukurlar arasında duvarlar gibi sınırlayıcı unsurlara rastlanmaması, bunların normalde bekleneceği üzere sivil kullanımından ziyade, yerel veya merkezi idarenin kontrolünde askeri amaçla yapılmış olduklarını akla getirmektedir.
Karmaşık bir yapı sergileyen yer altı galerilerinin ve çok sayıdaki tahıl ambarının ne zaman ve ne amaçla yapılmış olduklarına ışık tutabilecek herhangi bir tarihi ve arkeolojik kayıt bulunmamaktadır. Bununla birlikte, bunların, uzun süreli ve güçlü bir tehdide karşı savunma ve korumaya yönelik olarak yapıldığına kuşku yoktur. Bölgenin tarihsel süreç içerisindeki konumu göz önüne alındığında ilk akla gelen cevap ise, Anadolu’nun bu kesiminde yoğunluğu 7. yy itibaren giderek artan Arap akınlarıdır. İlçe merkezindeki tespit edilen Bizans dönemine ait bir yazıttan, buradaki yerleşimin Arap ordularının imparatorluğun merkezi İstanbul’u hedef alan seferlerinde sıklıkla takip ettikleri güzergâh üzerinde bulunduğunun anlaşılması bu düşünceyi desteklemektedir.
Han merkezindeki çalışmalarla eş zamanlı olarak, ilçenin 5 km güneydoğusunda bulunan Başara Köyü’nde de kazılar yapılmıştır. Çalışmalar, Antik Dönem yerleşime ait kalıntıların köyün batısındaki kuru sel yatağının her iki yakasında geniş bir alana yayılmış olduğunu göstermiştir. Kazılarda birbirine yakın konumda Bizans Dönemine ait iki kilise ile yamaçlarda Roma Dönemine ait oda mezarları açığa çıkartılmıştır. Kiliselerden sel yatağının güneyindekinin yerleşimin ana kilisesi olduğu, hemen yanında bulunan daire planlı vaftizhanesi ile birlikte Erken Bizans Döneminde inşa edildiği anlaşılmıştır. Bazilikal planlı olan erken tarihli kilise (5 yy), olasılıkla Arap Akınları nedeniyle tahrip olmuş ve Geç 10.-Erken 11. yüzyılda destek ve örtü sistemi değiştirilerek yeniden inşa edilmiştir. Kuzeyde yer alan diğer kilise ise diğerinden kısa bir süre sonraya ait olmalıdır. Yerleşimin güney-batısındaki yamaçta sürdürülen kazılar sonucunda, ikisi kayaya oyulmuş, diğerleri kare ve dikdörtgen mekânlı olmak üzere toplam beş oda mezar tespit edilmiştir. Mezarlar tip ve planları açısından farklılık göstermekle birlikte hepsinin girişi doğuya bakmaktadır. Ele geçen çok sayıdaki insan iskeleti, mezarların uzun süre kullanıldıklarını işaret etmektedir.