ESKİŞEHİR İL KÜLTÜR VE TURİZM MÜDÜRLÜĞÜ

Demircihüyük Kazıları

 DEMİRCİHÜYÜK- SARIKET NEKROPOL KAZISI
 


1975-1978 yılları arasında Demircihüyük yerleşiminde yapılan kazılarda İlk ve Orta Tunç Çağa ait tabakalar araştırılmıştır. Bu kazı çalışmalarının bitiminden birkaç yıl sonra, kazı alanına yakın Sarıket Mevkii olarak adlandırılan, tarım faliyetlerinin yapıldığı bir tarlada Turan Efe tarafından Tunç Çağı’na ait bir mezarlığın varlığı tespit edildi. Mezarlık alanının höyükten uzaklığı yalnızca 250 m olduğu için, burada Demircihüyük sakinlerinin mezarları ile karşı karşıya olunduğu açıktı. Mezarlık 1990-1991 yıllarında Bursa Arkeoloji Müzesi ile işbirliği içerisinde, Jürgen Seher başkanlığında kazıldı.

Kazılarda toplam 602 mezar ortaya çıkarılmıştır. Bunlardan 497 tanesi İlk Tunç Çağı’na tarihlenir ve Demircihüyük yerleşmesinin üst tabakalarıyla çağdaştır. İlk Tunç Çağı’nın daha eski tabakalarının sakinlerinin ise nereye gömüldükleri bilinmiyor. 78 mezar Orta Tunç Çağı’na tarihlenmektedir. İlginç bir şekilde, bu insanlar 500-600 yıl sonra aynı yerde yaşamakla kalmayıp, aynı mezarlığı da gömü alanı olarak kullanmaya devam etmişlerdir. Son 27 mezar, bin yılı aşkın bir aralıktan sonraya, yani Erken Demir Çağı’na (MÖ 5.-4. yüzyıllara) aittir.

Tunç Çağı mezarları birbirine çok benzer tiptedir. İlk ve Orta Tunç Çağları arasında önemli bir fark olmaması, bu yöredeki kültürel sürekliliği kanıtlar niteliktedir. Ölüler genelde büyük toprak küple içine yan yatırılarak ve bacakları karına çekik pozisyonda gömülmüşlerdir. Pithos adı da verilen bu fıçı biçimli büyük küpler, yerleşmede erzak saklamakta kullanılıyor, ancak gereksinime göre tabut işlevini de görüyordu. Küpler, mezar olarak öngörülen yere yatırıldıktan sonra ölü, bacakları karnına çekik pozisyonda küpün içine itilerek yerleştirilir, küpün ağzı büyük taşlarla kapatılırdı. Özellikle yetişkin ölülerde bir küpün boyu yetmediğinde, ikinci bir küp diğerinin ağzına yerleştirilerek gömü alanı genişletilirdi ve bu şekilde ikinci küp, kapak görevi görürdü.
 


Toprak küpler içine ölülerin gömülmesi, bu mezarlıkta rastlanan tek mezar tipi değildi. Bazı ölüler basit çukurlar içine doğrudan toprağa gömülmüştü. Bu çukurların üzeri olasılıkla tahtadan bir kapakla örtülüyor olabilirdi. İlk Tunç Çağı’nda ender olarak, Orta Tunç Çağı’nda daha sık olarak bazı ölüler taş levhalardan özenle hazırlanmış, adeta küçük mezar odası görünümündeki taş sandukalar içine de gömülüyordu.

Demircihüyük Sarıket mezarlığında ölüler genellikle başları güney doğuya bakacak şekilde gömülmüşlerdir. Bu yönlendirme Anadolu’daki diğer mezarlık alanlarında da karşımıza çıkar ve belki ölülerin güneşin doğduğu tarafa yönlendirilmeleri olarak yorumlanabilir. Mezarların hemen hemen yarısında hiç ölü hediyesi bulunmamıştır. Belki de bu mezarlardaki hediyeler zaman içerisinde kaybolmuş organik malzemelerdendi; örneğin tahta kaplar, meyve ve çiçekler, kumaşlar, halılar gibi. Mezar hediyelerinin günümüze ulaştığı diğer mezarlarda en sık olarak bir testicik veya boyunlu çömlek olmak üzere bir veya iki kabın konduğu görülüyor. Belki bu kaplar öteki dünyaya yolculuk için içecekle dolduruluyordu. Ayrıca bakır/tunç, gümüş veya altından takılar, pişmiş toprak, taş veya madenden ağırşaklar, daha seyrek olarak silahlar da ölü hediyesi olarak kullanılmıştı. Yerleşme kazısında kırık parça halinde çok sayıda bulunmuş olan taştan ve pişmiş topraktan yapılma kadın heykelcikleri de bazı İlk Tunç Çağı mezarlarında yine ölü hediyesi olarak kullanılmıştı. Bunların ana tanrıça kültü ile ilgili oldukları sanılmaktadır.

Orta Tunç Çağı için belirleyici olan iki noktaya özellikle değinilmelidir. Birincisi, bu dönemde ikincil gömü geleneğinin sıklıkla görülmesidir. Yani mevcut mezarlar açılmış ve içine yeniden başka bir gömü ilave edilmiştir. Bir mezar küpünde üç yetişkin ile iki bebek iskeleti bulunmuştur. Orta Tunç Çağı’nın ikinci özelliği ölü yakma geleneğinin başlamasıdır. Yedi mezarda kremasyon (ölü yakma) saptanabilmiştir. Üç örnekte ölünün külü, var olan normal bir mezar açılarak üzerine konmuştur. Önceleri ölü yakma geleneğinin farklı dini inanışlara ait olduğu düşünülürdü; ancak bu durumda ölüye öbür dünyada özel bir yer sağlama çabasının varlığından söz edilebilir.

Demir Çağı’na tarihlenen 27 mezar, bambaşka bir kültüre ait olup tamamen farklı özelliklere sahiptir. 15 ve 17 m çaplarındaki iki tümülüs, diğer mezarların yerlerinin seçilmesinde belirleyici olmuştur. Ölüler sırtüstü yatırılarak, başları kuzey doğuya bakacak şekilde gömülmüştür. Ölü hediyesi olarak sadece iki yüzük ve birkaç önemsiz halka ile tunçtan yapılmış küçük aletler bulunmuştur. Bu küçük mezarlık belki büyük bir çiftliğe, ya da çok küçük bir yerleşime aitti. Hemen yakınlarda bir yerde olması gereken bu yerleşim MÖ 5.-4. yüzyıllardaki Pers satraplığı dönemine ait olmalıdır.

Demircihüyük yerleşimi ve Sarıket mevkiindeki mezarlığın kazılması, Kuzey Batı Anadolu bölgesi Tunç Çağı insanlarının yaşamından bir kesiti ortaya çıkarmıştır. Yerleşim, tarım ve hayvancılığın yaşam temelini oluşturduğu sıradan bir köy yerleşimiydi. İskeletlerin antropoljik incelenmesi sonucunda Demircihüyük yerleşiminde yaşayan insanların yapılı ve sağlıklı olduğu, buna karşın ortalama yaşam beklentisinin 30-35 yıldan fazla olmadığı anlaşılmıştır. Kadınlarda ortalama yaşam süresi daha da kısaydı. Şüphesiz yaşlı ve kocamış insanlar da vardı köyde, ancak ciddi yaralanmalarda ve hastalıklarda yeterli tıbbi tedavi olmadığı için insanlar kadere teslim oluyor, çoğu genç yaşta, hatta bebeklik çağında ölüyordu.

Yine yerleşim ve mezarlık birlikte ele alındığında, Batı Anadolu’da Tunç Çağı insanlarının geleneklerinin bin yıldan uzun bir zaman dilimi içinde şaşırtıcı biçimde aynı kaldığı birçok öğede izlenebilir: konut mimarisi, zanaat, hayvancılık, av ve ölü gömme adetlerinde değişme azdır. Toprak kap kacak ve madeni alet yapımına eşlik eden modalarda ve teknik gelişmelerde ise İlk Tunç Çağı’nda saptanabilen 50-100 km çapındaki alanlarla kısıtlı, ufak kültür bölgelerinin, Orta Tunç Çağında ortadan kalkmaya başladığı, bu dönemde daha geniş alanlara yayılan kültür bölgelerinin ortaya çıktığı izlenebilmektedir. Bu değişim, daha büyük ve daha karmaşık hükümdarlık yapılarının oluşumu yolunda mesafe alındığını göstermektedir.